30 Kasım 2011 Çarşamba

Büyülü Tezatlar Ülkesi; Hindistan


 
 

14 Kasım Pazartesi TK 720 sefer sayılı uçak ile 18.35’de Atatürk Havalimanı'ndan ayrıldık. Hedefimiz Mumbai, Hindistan.

Hindistan'da gerçekleştirilecek ilk Türk ürünleri sergisini yapacağız.

85 Türk firması bu fuarda mallarını sergileyecek. Uçaktaki heyet ise Sn. Zafer Çağlayan başkanlığında, İstanbul Ticaret Odası Meclis Üyeleri, basın mensupları, TESİYAP (Televizyon ve Sinema Filmi Yapımcıları Meslek Birliği) üyeleri ve İMMİB (İstanbul Maden ve Metaller İhracatçı Birlikleri) üyelerinden oluşan kalabalık bir grup. Uçuş yaklaşık altı buçuk saat sürecek ve biz Hindistan saati ile 15 Kasım Salı saat 04.30’da Mumbai'de olacağız. Türkiye ile Hindistan arasında saat farkı üç buçuk saat.

Mumbai’de ilk gün, Bollywood yapımcıları ile görüşmelere, Mumbai Ticaret Ateşeliği’nin açılışına ve Hintli Tüccarlar Odası (İndian Merchants Chamber) ziyaretine ayrılmış durumda. 16 Kasım'da ise fuarı açacağız ve teker teker tüm standları gezip katılımcılara sertifikalarını vereceğiz. Sn. Çağlayan'ın Maharashtra Eyaleti (Mumbai'nin başkenti olduğu eyalet) Başbakanı ile görüşmesinden sonra Hintli işadamları ile bir toplantımız, ardından da akşam yemeği var. Ardından 02.30’da otelden ayrılıp vatana dönüş için Mumbai havaalanının yolunu tutacağız.

Mumbai, Hint yarımadasının batı sahilinde yer alan, yaklaşık 20 milyon nüfusu ile Hindistan'ın en büyük şehri. 1995 yılına kadar şehrin adı Bombay imiş. Bu  isim sömürgecilik dönemini çağrıştırdığı için, şehrin adı Mumbai olarak değiştirilmiş. Bombay Portekizceden geliyor; ‘Şanslı veya güzel körfez’ demek. Mumbai ise Mumba kelimesinden (Hintlilerin balıkçı tanrıçası) türetilmiş. Şehrin ilk sakinleri balıkçılarmış.

TRENLER GÜNDE 7 MİLYON KİŞİ TAŞIYOR

Merkezden dış mahallelerine mesafenin yaklaşık 70 km olduğu bu dev kentte en önemli ulaşım aracı tren. Trenler günde yaklaşık 7 milyon kişi taşıyor.

Kente ilk olarak Portekizliler 1534 yılında gelmiş. O zaman burası yedi adadan oluşan ufak bir balıkçı kolonisiymiş. 1661'de İngiltere kralı II. Charles ile evlenen Portekiz Prensesi Catarina de Bragança çeyiz olarak şehri kocasına vermiş. Fas notlarımı okuduysanız hatırlarsınız, bu evlilikte İngilizlere düğün hediyesi olarak verilen diğer bir şehir de Tanca'dır. İngilizler bu adaların arasını doldurarak burayı mükemmel bir ticaret limanı haline getirmişler. Kentin kaderi 1860 Amerikan iç savaşı ile değişmiş. O tarihe kadar tüm pamuk ihtiyaçlarını Amerika'dan karşılayan İngilizler, bu ülkede iç savaş çıkmasıyla Hindistan pamuğuna yönelmişler. İngiltere'ye en yakın limanın da Bombay olması tüm pamuk ticaretinin buradan yapılmasına yol açmış. Şehirde arka arkaya iplik fabrikaları kurulmaya başlanmış. Bu fabrikalarda çalışmak için de binlerce Hintli Bombay'e göç etmiş. Böylece bu ufak balıkçı kasabası, Hindistan'ın ekonomik baş şehrine dönüşmüş. Bugün Türkiye'de İstanbul - Ankara ne ise, Hindistan'da da Mumbai - New Delhi o. Ayrıca dünyanın en büyük film endüstrilerinden biri, Bollywood (Hollywood’dan esinlenilerek bu isim konulmuş) da bu kentte.

RESMİLEŞEN YEREL DİL SAYISI 18

Hindistan, eyalet sistemi ile yönetiliyor. Toplam 28 eyalet var. Mumbai'nin başkenti olduğu eyaletin ismi Maharashtra. Her eyaletin kendi parlamentosu, valisi ve başbakanı var. Vali atama, başbakan ise seçimle geliyor. Her eyaletin kendi resmi dili var. Bizim kaldığımız eyaletin resmi dili Marathi. 1.2 milyar nüfuslu Hindistan'da yüzlerce din, binlerce yerel dil ve 15 alfabe var. Resmi olarak tanınan yerel diller ise sadece (!) 18 adet. Okullarda üç dil öğretiliyormuş; Hindi (ortak dil), İngilizce ve eyaletin kendi dili.

YA UYKU YA DA ŞEHİR TURU

Mumbai

07.00’de otele girdik. Programıma baktığımda, şehri gezecek hiç vaktimin olmadığını gördüm. Heyetimize şehir turu için 17 Kasım Perşembe günü ayrılmış. Ama ben Sn. Çağlayan ile bir gün evvel döndüğümden bu tura katılamıyorum. Tüm gece uçakta geçtiği için, ilk randevumuzun saati 13.00; hiç olmazsa birkaç saat otelde dinlenebilelim diye... Bu benim Mumbai'ye ilk gelişim olduğu için uykumdan fedakarlık etmeye karar verdim. Tur şirketinden ayarladığım bir rehber yardımıyla birkaç saatliğine de olsa şehri dolaşmaya çıktım.

Rehberim Mogan isminde genç bir delikanlı. İsmi Portekizceden geliyormuş. Hindistan'da hakim din Hinduizm olmasına rağmen, Mogan Katolik. Zamanında Portekizliler pek çok Hintliyi Katolik yapmışlar, bizim rehber de anladığım kadarı ile bu Hintlilerin soyundan geliyor. Mogan'ın dediğine göre, Anglikan olan İngilizler Hıristiyanlığı yaymak için uğraşmamışlar ama Katolik olan Portekizliler çok ciddi misyonerlik faaliyetlerinde bulunmuşlar.

İlk durağımız Mahatma Gandi'nin Bombay'de otururken yaşadığı ev. Gandi Hindistan'a dönünce (1917) ilk olarak bu kente yerleşmiş ve pırlanta ticareti yapan yakın bir arkadaşına ait olan bu evde 1934 yılına kadar yaşamış. Meşhur sivil itaatsizlik eylemini başlattığı, halk kongrelerini topladığı ve tutuklandığı (1932) ev de burası. Bilindiği gibi Hindistan, İngiliz sömürgesinden Gandi liderliğinde 1948 yılında kurtulmuştu.

GANDİ’NİN ÇALIŞMA ODASI ÇOK ETKİLEYİCİ

Gandi'nin Odası


Mahatma kelimesi, ‘Yüce ruh’ manasına geliyor ve aynı Atatürk adı gibi, Gandi'ye ulus tarafından verilmiş. Gandi'den bahsederken Hintlilerin kullandığı diğer bir kelime de baba anlamına gelen ‘Bapu’. Müze haline getirilmiş evi gezerken beni en çok etkileyen Gandi'nin çalışma odası oldu. Fotoğrafta da görebileceğiniz gibi, Gandi çok sade yasamış ve odasında da sadece birkaç parça eşyası var; bir çift nalın, kısa bir tabure, rahle, asa, birkaç parça kitap ve kendi elbiselerini hazırlamak için kullandığı pamuk eğirme tezgahları. Kendisi Hindu olmasına rağmen, çocukluğu Jain dinine mensup insanların arasında geçmiş. Dolayısıyla Gandi bu dinin öğretilerinden çok etkilenmiş. Hindistan’daki birçok dinden biri olan Jain dini de, şiddeti yasaklayan, insanın çok sade yaşamasını emreden bir din. Gandi de gerek sade yaşamını, gerek ise şiddet içermeyen sivil itaatsizlik eylemlerini bu dinin öğretilerine göre gerçekleştirmiş.

Gandi'nin evinden sonra, Mumbai'ye giden herkesin mutlaka ziyaret ettiği, ‘Mermer tapınak’ da denilen, Jain tapınağına gidiyoruz. Jain, küçük olmasına rağmen Hindistan'da çok etkili bir din. Çünkü inananların neredeyse tamamı işadamı ve hayli zengin. Şiddetin her türlüsünü kesinlikle yasaklayan bu dinin mensupları belki de yeryüzünün en sıkı veganları. Et, balık zaten yasak. Yumurta, peynir, süt gibi hayvansal her türlü gıda yasak. Buna ek olarak soğan, sarımsak, patates gibi kökü yenen tüm bitkiler de yasak. Rehberimin dediğine göre kökü yenen bitkilerin tüketilmeme nedeni, kökte yaşayan çok minik canlıları öldürme ihtimali ve de kökü söküldüğünde bitkinin tamamen ölmesiymiş. Aynı şekilde bu dinin mensupları ipek ve deri eşya da kesinlikle kullanmıyor.

ÇIPLAK GEZEN PEYGAMBER

Jain Tapınağı

Bu sebepten tarım ile de uğraşamadıklarından asırlar boyu hepsi ticaret yapmış ve bugün de Hindistan’ın en zengin cemaati haline gelmişler. İşin ilginci bu din sade yaşamayı, insanın çok az eşyaya sahip olması gerektiğini öğütlediğinden dolayı, paralarını kendileri için harcayamıyorlar. Jain inancında Tanrı kavramı yok, onun yerine 24 tane peygamber var. Bu peygamberler ilahi emri ileten kişiler değil. Mükemmel bir hayat yaşayan, bu yüzden örnek alınması gereken azizler. Mesela en son Jain peygamberinin ki MÖ 6. yy da yaşadığına inanılıyor, hiçbir şahsi eşyası yokmuş, bu yüzden çıplak gezermiş!.. Bugün de onu taklit eden, bir mağarada tek başına çıplak yaşayan Jain keşişleri varmış. Bu açıklamaları dinleyince, dinimizdeki "Sizin dininiz size, bizim dinimiz bize" cümlesini hatırladım ve şükrettim.

ÖLÜLERİNİ KUŞLARA VERİYORLAR

Sessizlik Kulesi Üstünde Uçan Kuş

Benim inanç sistemlerine ilgimi gören rehber, ‘Sessizlik kuleleri’ni anlattı; Hintli Zeostrianların mezarları. Zeostrianlar Hindistan'a yaklaşık bin yıl evvel İran'dan gelmiş. Bu insanlar dört temel element olarak toprak, su, ateş ve havayı benimsemişler ve bunlara kutsallık atfetmişler. Bunları kirletmemek için de ölülerini gömmüyor veya yakmıyorlar. Mumbai'de geniş bir bahçenin içinde yüksek kuleler inşa etmişler. Ölülerini bu kulelerin tepesindeki platforma bırakıyorlar ve kuşlar da gelip cesetleri didikleyerek yiyorlar! Kuleleri görmek istedim ama yasakmış. Ben de bahçenin önüne gidip fotoğraf çekmekle yetinmek zorunda kaldım.

Bu dinin peygamberi Zarutastra. Hintliler bu insanlara ‘İranlı’ manasına gelen ‘Parsi’ diyorlar. Mumbai'de yaklaşık 50 bin Parsi varmış. Parsiler dışarıdan kız alıp vermediklerinden fiziki görünümleri asırlar boyu hiç değişmemiş; Hintlilerden hemen ilk bakışta ayırt ediliyorlar. İşgal yıllarında İngilizlere çok yakın durmuşlar ve neticesinde de birçok ayrıcalık elde etmişler. Bu yüzden bugün çok zengin birkaç Parsi aile var. Mesela Türk kamuoyunda da tanınan TATA markasının sahibi olan Tata ailesi Parsi. Tac Mahal oteller zinciri de aynı aileye ait. Ailenin kraliyete olan sadakatini gösteren çok ilginç bir ayrıntıyı Sn. Çağlayan'ın danışmanı Bilal Bey sayesinde Tac Mahal otelinde fark ettim. Otelin bir köşesinde, aile kurucularının sömürge döneminde çekilmiş resimleri ve altında da bir yazı var; It all began with royalty  (Her şey krallıkla başladı).

 5 BİN KİŞİYE İŞ İMKANI: AÇIKHAVA ÇAMAŞIRHANESİ

Mumbai Çamaşırhanesi

Bir sonraki durak Mumbai çamaşırhanesi. Herhalde burası yeryüzünün tek açıkhava çamaşırhanesidir. Çamaşırhaneyi İngilizler 1870 yılında üniformalarını yıkatmak için kurmuş. Hindistan'ın dört bir tarafından çamaşırcılar getirmişler ve onları burada istihdam etmişler. Bugünkü çamaşırcılar da onların torunlarıymış.

Çamaşırhanede sadece erkekler çalışıyor. Evlerden, lokantalardan, hatta bazı küçük otellerden bile buraya çamaşır gönderiliyormuş. Rehberimin dediğine göre Hintliler elde yıkanan çamaşırın daha temiz olduğuna inanıyormuş. Yıkayanlar, ütüleyenler, müşteriye servis yapanlar derken bizim çamaşırhane beş binden fazla insanın ekmek kapısıymış.

Çamaşırcılar kastı, Hint kast sisteminde en aşağıdaki sınıflardan biri. Hindu dininden kaynaklanan bu sistem toplumu mesleklere göre dört sınıfa bölmüş; En üstte Brahman sınıfı var. Bunlar ağırlıklı rahipler. Şimdilerde doktor, avukat, vs. gibi meslekler de bu sınıftan sayılıyormuş. Bir aşağı kast Kshatriya; yani krallar, savaşçılar gibi yönetici sınıf. Sonra Waishya; işadamları, tüccarlar. En son da Shudra; işçiler, çiftçiler, esnaf, diğer bir deyişle diğer üç sınıf için çalışan insanlar. Bir de dokunulmazlar var, yani değilmemesi bile gerekenler... Bunlar da yabancılar, göçebeler... Sömürge zamanında birçok Brahman, Hıristiyanlara değmemek için yurtdışına bile çıkmazmış.

Bu kast sistemi dinsel bir ayrım olarak başlamış zamanla toplumun çok güçlü ve kırılmaz bir adeti haline gelmiş. Hangi kastta doğduysan ömür boyu ne kadar başarılı olursan ol o kastta kalıyorsun. Yasaklanmış olmasına rağmen, kastlar özellikle kırsal alanda, Hindular arasında geçerliliğini koruyor. Kırsalda ne kadar zengin olursan ol, hala kastının dışında biriyle evlenemiyormuşsun.

VICTORIA TREN İSTASYONUNDAKİ BÜYÜK TEZAT

Victoria Tren İstasyonu

Bir sonraki durağımız Victoria tren istasyonu. Bu istasyon dünya kültür mirası listesinde ve yeryüzündeki tren istasyonları içinde güzelliği ve çarpıcılığı ile ilk sıralarda gösteriliyor. Hindistan’ın en kalabalık tren istasyonu unvanını da taşıyan bu yapı, Kraliçe Viktorya'nın tahta çıkışının 50’nci yılı anısına 1887 de inşa edilmiş. İstasyonu gezerken giriş ve çıkışlardaki x-ray cihazlarına ve polislere gözüm takıldı. 26 Kasım 2008’de Mumbai'de iki terörist bu istasyona saldırmıştı. Halkın üstüne ateş açıp el bombası atan teröristler 58 kişiyi öldürmüş, 104 kişiyi de yaralamıştı. O günden sonra girişlere bu cihazları koymuşlar ve etrafa da pek çok polis yerleştirilmiş. Binanın mimarisi gotik tarzda. Yanına daha sonra eklenen peronlar ve yerde uyuyan perişan yolcular bu görkemli sömürge binası ile ciddi bir tezat teşkil ediyorlar.

ÜNİVERSİTELERE KONU OLAN SİSTEM: SEFERTASI TAŞIYICILIĞI

Bisikletli Dabbawala

Toplantıya geç kalmamak için acele ile otele dönerken rehberim,
“Şimdi Dabbawala’ların tren istasyonu karşısında toplanma saati, bunu kaçırmayalım, bir daha böyle bir şey göremezsiniz” dedi.

Dabbawala, ‘sefertası taşıyıcısı’ demek. 1880’lerde İngilizler Hint yemeklerini yiyemedikleri için  evlerinden ofislerine yemek getirtmeye başlamışlar. Böylece, evden ofise dolu, birkaç saat sonra da ofisten eve boş sefertasını taşıyan bir iş kolu ortaya çıkmış. Günümüzde Dabbawala’ların müşterileri, ofislerinde ev yemeği yemek isteyen Hintliler. Dabbawala'lar genelde bisikletleriyle evlerden dolu sefertaslarını topluyorlar. Sonra istasyonun karşısında toplanarak gideceği mahalleye göre sefertaslarını gruplandırıyorlar. Diğer bir ekip gruplanan sefertaslarını trenle gidecekleri mahalleye taşıyıp diğer istasyonda bekleyen bisikletli arkadaşlarına teslim ediyor. Bu grup da emaneti sahibine ulaştırıyor. Birkaç saat sonra boşalmış sefertasları aynı sistemle toplanıp evlere geri dağıtılıyor.

Bu sistem iş dünyası dergilerinde incelenmiş, bazı Dabbawala'lar üniversitelerde bu sistemi anlatmışlar, hatta Prens Charles da Mumbai ziyaretinde bu insanları ziyaret etmiş ve düğününe çağırmış. Dabbawala'ların bu kadar ilgi çekmesinin iki sebebi var: Birincisi, günde 200 bin teslimat yapılmasına ve her sefertasının en az üç-dört kişinin elinden geçmesine rağmen sıfır hata ile çalışan bir sistem olması. İkincisi ise, Dabbawala'ların okuma yazması yok. Sefertaslarının üzerine yalnız kendilerinin anlayabileceği bir takım renkli işaretler koyarak hangi yemeğin nereye teslim edileceğini belirtiyorlar. Bu yönleri ile sistem gerçekten de, işletme sınıflarında incelenmeyi hak ediyor.





Devam Edecek...
Hindistan Gezisinin Fotoğrafları için; http://www.facebook.com/myalcintas.sayfa

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder