Batan güneş ile beraber konvoyumuz Çamoluk’a bağlı şirin bir belde olan Yenice'ye vardı. Beldenin hemen girişinde, belediye binasının önünde köy sakinleri bizi bekliyordu. Sırayla herkesle tokalaştıktan sonra, Yenice Belediye Başkanı Halil İbrahim Gerçek’in makamına çıktık. Başkan, güzel bir “Hoş geldiniz” konuşması yaptı. Biz de misafirperverliklerinden dolayı başkanın nezdinde tüm Yenicelilere teşekkür ettik.
Sohbet, İTO’nun bölgede yaptıracağı okuldan başladı, Esenler'e uzadı, oradan da köyün ihtiyaçlarına geldi dayandı... Konuşma bittiğinde Tevfik Başkan, Yenice'ye, bir çöp arabası, bir kamyon ağaç fidanı ve köy yolunun karayoluna bağlanan kısmının asfaltlanabilmesi için bakanlık nezdinde lobi faaliyeti yapma sözü vermişti bile :)
Yenice, yazının başında da söylediğim gibi şirin bir köy. Evler bakımlı ve çevreye uyumlu inşa edilmiş. Genelde bir-iki katlı. Köyün ileri gelenlerinden, aynı zamanda da Esenler'de başarılı işadamları olan Duras Ailesi’nin ve onlar gibi birkaç kişinin daha evleri ise üç katlı. O evlerin mimarisi de hakikaten güzel, köyün genel silüetini bozmuyor.
Sohbet, İTO’nun bölgede yaptıracağı okuldan başladı, Esenler'e uzadı, oradan da köyün ihtiyaçlarına geldi dayandı... Konuşma bittiğinde Tevfik Başkan, Yenice'ye, bir çöp arabası, bir kamyon ağaç fidanı ve köy yolunun karayoluna bağlanan kısmının asfaltlanabilmesi için bakanlık nezdinde lobi faaliyeti yapma sözü vermişti bile :)
Yenice, yazının başında da söylediğim gibi şirin bir köy. Evler bakımlı ve çevreye uyumlu inşa edilmiş. Genelde bir-iki katlı. Köyün ileri gelenlerinden, aynı zamanda da Esenler'de başarılı işadamları olan Duras Ailesi’nin ve onlar gibi birkaç kişinin daha evleri ise üç katlı. O evlerin mimarisi de hakikaten güzel, köyün genel silüetini bozmuyor.
Yenice'deki en büyük sıkıntı, diğer tüm köylerde olduğu gibi nüfus azlığı. Sakinlerin büyük kısmı İstanbul'a göç etmiş, Yenice'ye ancak yazın gelebiliyorlar. Köyün kış nüfusu 500, yaz nüfusu ise 5 bin civarında. Göç eden birinci kuşak, düzenli olarak doğduğu toprakları ziyaret ediyor. İkinci kuşak, yani benim arkadaşlarımda bu ziyaretler üç-dört senede bire düşüyor. Onların çocuklarındaysa bu frekans ne olur bilemiyorum. Örneğin bizimle birlikte gelen İTO Meclis üyelerinden Eyüp Bey, İstanbul'da doğduğu için babasının köyünü hiç görmemiş. Ertesi gün müsaade isteyip yanımızdan ayrıldı ve ve bu fırsatı değerlendirip 20 km uzaklıktaki babasının köyü Zaapa'yı ve oradaki akrabalarını ilk kez ziyaret etti.
Akşam yemeği için Müslim Duras Bey evinin bahçesine bizler için mükellef bir sofra kurdurmuş. Uzun bir masanın etrafına oturup yöresel yemeklerden yedik. İkram edilenlerin hepsi özenle, sevgiyle hazırlanmıştı ve çok da lezzetlilerdi. Bu lezzetlerden bazılarını tanıdım; örneğin keşkek ve üzerinde kavurma gibi. Bazılarıysa bildiğim yemeklerin yöreye has tarifleriydi. Örneğin, mantı ufak bir tasta geldi. Üzerine yağ dökülmüş sarımsaklı yoğurt içinde çok ufak kesilmiş hamur parçaları ile hazırlanmış. Sini ise ilk kez yediğim ve çok beğendiğim, bu yöreye has bir yemek. Hamur, el ile açılıyor ve ince saç üzerinde pişiriliyor. Daha sonra hamur rulo haline getiriliyor ve kesiliyor, bozulmadan tek tek tepsiye diziliyor. Üzerine yağ ve sarımsaklı yoğurt gezdirildikten sonra servis ediliyor. Tatlı olarak yine başka bir hamurişi olan istim vardı. Dışı katmer, içiyse ince ince dilimlenmiş şekerli hamur…
Yenice'de otel olmadığından, heyetimiz evlere taksim oldu. Benim payıma da Duras Ailesi’nin evi düştü. Deliksiz bir şekilde uyuduğumu söylememe gerek yok sanırım. Temiz hava ve yüksek rakımın (köy yaklaşık1300 m . yükseklikte) vücut üzerinde böyle olumlu bir etkisi var.
Akşam yemeği için Müslim Duras Bey evinin bahçesine bizler için mükellef bir sofra kurdurmuş. Uzun bir masanın etrafına oturup yöresel yemeklerden yedik. İkram edilenlerin hepsi özenle, sevgiyle hazırlanmıştı ve çok da lezzetlilerdi. Bu lezzetlerden bazılarını tanıdım; örneğin keşkek ve üzerinde kavurma gibi. Bazılarıysa bildiğim yemeklerin yöreye has tarifleriydi. Örneğin, mantı ufak bir tasta geldi. Üzerine yağ dökülmüş sarımsaklı yoğurt içinde çok ufak kesilmiş hamur parçaları ile hazırlanmış. Sini ise ilk kez yediğim ve çok beğendiğim, bu yöreye has bir yemek. Hamur, el ile açılıyor ve ince saç üzerinde pişiriliyor. Daha sonra hamur rulo haline getiriliyor ve kesiliyor, bozulmadan tek tek tepsiye diziliyor. Üzerine yağ ve sarımsaklı yoğurt gezdirildikten sonra servis ediliyor. Tatlı olarak yine başka bir hamurişi olan istim vardı. Dışı katmer, içiyse ince ince dilimlenmiş şekerli hamur…
Yenice'de otel olmadığından, heyetimiz evlere taksim oldu. Benim payıma da Duras Ailesi’nin evi düştü. Deliksiz bir şekilde uyuduğumu söylememe gerek yok sanırım. Temiz hava ve yüksek rakımın (köy yaklaşık
Sabah 08.30 gibi günümüz başladı. Kahvaltı için köyün hemen yukarısındaki Pınarbaşı mevkiine çıktık. Burası, köyün içinden geçen derenin doğduğu kaynak. Ufak bir kulübe ve kameriyelerin inşasıyla sevimli bir mesire yeri elde edilmiş. Tahmin edebileceğiniz gibi, kahvaltımız ev sahiplerimizin eşinin ve kızlarının emeğiyle hazırlanmış.
Masa, benim gibi hamurişini seven birini nefessiz bırakacak kadar bol çeşit barındırıyordu. Sıcak kete ve katmer, fırından yeni çıkmış köy ekmeği, kabarcık (kızarmış yuvarlak hamur), pişi (kabarcığın daha kabarık ve yağlı olanı) ve kömbe (bir tür cevizli börek). Bunların yanındaki çeşit çeşit reçelleri, pekmezleri, peynirleri saymıyorum bile.
Birol, kabarcığı görünce neşeyle mırıldanıyor:
- Yersen kabarcık, yemezsen kapılar açık…
Eskiden, yokluk yıllarında anneler çocuklarına ucuz olduğundan hep kabarcık yapar, çocuklar da hep aynı şeyi yemekten şikayet ederlermiş. Anneler de evlatlarına, ‘İstersen ye istemezsen yeme’ manasında bu sözle karşılık verirmiş.
Burada, festivale adını da vermiş olan Çamoluk balından söz etmemek olmaz.
Çamoluk çiçek balı. Açık renkli ve çok hafif. Halk deyişiyle, yerken sizi kesmiyor. Balın hasat mevsimi eylül ortası… Dolayısıyla bize ikram edilenler de ilk hasatlardan. Kovanlara tahta çerçeve ve ortasına balmumundan bir plaka (temel petek) konuyor ve arılar bu balmumundan temel peteği dolduruyor. Ortasına plaka dahi konmayan, tüm peteği arının yaptığı bal ise karakovan balı. Kovan örme sepetlerden veya oyulmuş ağaç kütüğünden yapılıyor ve içi hiç güneş ışığı görmediğinden ‘karakovan’ olarak adlandırılıyor.
Çamoluk çiçek balına, kokusunu ve tadını veren, çevredeki bitki örtüsü. Temel peteğin doğal olması lazım. Tabii ki her işin olduğu gibi arıcılığın da kolayına kaçan üreticiler var. Bazı yetiştiriciler bal mevsiminde arıya şeker veya glikoz veriyor. Böylece hayvan çiçek çiçek gezmeden doğrudan gıdasını şekerden veya glikozlu şuruptan alıyor. Bu şekilde belki üretim artıyor ama kaliteli baldan söz etmenin imkanı da kalmıyor. Bir de özellikle büyük şehirlerde üretilen yapay bal var. O da, glikozun içine gıda boyası ve bal aroması eklenerek yapılıyor.
Erzincan’dan gelirken yol boyunca gördüğüm, ağaçlandırma çalışması, bitki örtüsü ve bu anlatılanlar aklıma Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun sözlerini getirdi. Sn. Eroğlu her yıl bakanlık olarak 500 milyon fidan diktiklerini anlatmıştı. Sn. Bakan’ın diğer bir anlattığı da arıcılar hakkındaydı. Meralarda, yerleşim yerlerinin yakınlarında, tarlalarda istenmeyen arıcılar Veysel Bey’e gidip dertlerine çözüm istemişler. O da arıcılara özel ormanlar kurmuş ve bu işe de bir teşvik sistemi getirmiş. Mesela kestane balı üretmek isteyen bir girişimci kendine tahsisli ve kestane ağaçları ile dolu bir alana sahip olabiliyor.
Kahvaltıdan sonra Çamoluk şehitliğine gidip şehitlerin ruhlarına birer Fatiha okuyoruz. Çamoluk gibi ufak bir ilçeye bile bir ‘şehitlik’ yapılmış olması yüreğime acı veriyor. Ateş düştüğü yeri yakar, derler ama bu yangının yakmadığı memleket köşesi kalmadı artık. Ülkemizin bir an evvel bu beladan kurtulmasını diliyorum.
Burada, festivale adını da vermiş olan Çamoluk balından söz etmemek olmaz.
Çamoluk çiçek balı. Açık renkli ve çok hafif. Halk deyişiyle, yerken sizi kesmiyor. Balın hasat mevsimi eylül ortası… Dolayısıyla bize ikram edilenler de ilk hasatlardan. Kovanlara tahta çerçeve ve ortasına balmumundan bir plaka (temel petek) konuyor ve arılar bu balmumundan temel peteği dolduruyor. Ortasına plaka dahi konmayan, tüm peteği arının yaptığı bal ise karakovan balı. Kovan örme sepetlerden veya oyulmuş ağaç kütüğünden yapılıyor ve içi hiç güneş ışığı görmediğinden ‘karakovan’ olarak adlandırılıyor.
Çamoluk çiçek balına, kokusunu ve tadını veren, çevredeki bitki örtüsü. Temel peteğin doğal olması lazım. Tabii ki her işin olduğu gibi arıcılığın da kolayına kaçan üreticiler var. Bazı yetiştiriciler bal mevsiminde arıya şeker veya glikoz veriyor. Böylece hayvan çiçek çiçek gezmeden doğrudan gıdasını şekerden veya glikozlu şuruptan alıyor. Bu şekilde belki üretim artıyor ama kaliteli baldan söz etmenin imkanı da kalmıyor. Bir de özellikle büyük şehirlerde üretilen yapay bal var. O da, glikozun içine gıda boyası ve bal aroması eklenerek yapılıyor.
Erzincan’dan gelirken yol boyunca gördüğüm, ağaçlandırma çalışması, bitki örtüsü ve bu anlatılanlar aklıma Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun sözlerini getirdi. Sn. Eroğlu her yıl bakanlık olarak 500 milyon fidan diktiklerini anlatmıştı. Sn. Bakan’ın diğer bir anlattığı da arıcılar hakkındaydı. Meralarda, yerleşim yerlerinin yakınlarında, tarlalarda istenmeyen arıcılar Veysel Bey’e gidip dertlerine çözüm istemişler. O da arıcılara özel ormanlar kurmuş ve bu işe de bir teşvik sistemi getirmiş. Mesela kestane balı üretmek isteyen bir girişimci kendine tahsisli ve kestane ağaçları ile dolu bir alana sahip olabiliyor.
Kahvaltıdan sonra Çamoluk şehitliğine gidip şehitlerin ruhlarına birer Fatiha okuyoruz. Çamoluk gibi ufak bir ilçeye bile bir ‘şehitlik’ yapılmış olması yüreğime acı veriyor. Ateş düştüğü yeri yakar, derler ama bu yangının yakmadığı memleket köşesi kalmadı artık. Ülkemizin bir an evvel bu beladan kurtulmasını diliyorum.
Devam Edecek...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder