BİRAZ
DA KRALİYET DEDİKODUSU
Bu
aralar burada en çok konuşulan konu İsveç Prensesi Madeleine’in 15 gün evvel
Amerikalı bir banker ile nişanlanması. Kraliyet dedikoduları üzerinde tükenmez
bir bilgi kaynağına sahip olduğunu düşündüğüm rehberimiz prensesin Avrupalı bir
prens yerine eş olarak Amerikalı bir işadamını seçmesinden hayal kırıklığına
uğramışa benziyor. Ama arkasından da hemen ekliyor : “Babası da –İsveç
kralı Gustaf’ı kast ederek- böyle yapmıştı zaten.” 1972 yılında o zaman prens
olan Gustaf Almanya’ya olimpiyatları seyretmeye gidiyor ve organizasyonda
görevli olan halktan bir Alman kızıyla tanışıyor (şimdiki İsveç Kraliçesi
Silvia) ve 1976 yılında ancak kral olduktan sonra onunla evleniyor. Bu kadar
beklemesinin sebebi, eğer prens iken halktan bir kız ile evlenirse taht
üzerindeki hakkını kaybedecek olmasıymış. Gönül ferman dinlemez dedikleri bu
olsa gerek.
ERRICSSON
HER ŞEYİ BİRBİRİNE BAĞLIYOR
Stockholm’de
ilk olarak son zamanlarda adı ekonomi kulislerinde ‘batacak’ söylentileriyle
çalkalanan Ericsson firmasını ziyaret ettik. Nokia’nın tam tersine Ericsson bir
film stüdyosunu aratmayacak canlılıkta, neşeli bir genel merkez binasında
ağırladı bizi. Genel merkezin bulunduğu yer, İsveç’in Silikon Vadisi olarak
adlandırılan, Stockholm’e yarım saat uzaklıktaki Kista şehri. Ericsson’un 100 bin
çalışanından 10 bini bu şehirde çalışıyor. Biz her ne kadar bu şirketi cep
telefonu üreticisi olarak tanıyorsak da, Ericsson aslında dev bir
telekomünikasyon altyapısı firması. 20 ülkede 22 bin mühendisi AR-GE alanında
çalışıyor.
Ericsson'dan bir görünüş
Ericsson’un
tarihi aslında çok net olarak büyük şirket nasıl olunuru anlatıyor;
* 1876
da Lars Ericsson tarafından kurulmuş
* 1892
yılında Çin’e ilk satışı gerçekleştirmiş
* 1894
yılında Afrika’ya ilk satışı gerçekleştirmiş
* 1900
yılında toplam satışının yüzde 95’i İsveç dışına olmuş
* 2012
toplam satışının hâlâ yüzde 95’i İsveç dışına yapılmış
180
ülkede operasyonu olan Ericsson 35 milyar dolar ciro yapıyor, beş milyar doları
AR-GE için harcıyor ve 900 milyon insan da Ericsson’un kurduğu iletişim
altyapısını kullanarak haberleşiyor. Türkiye’den de sorumlu müdürün söylediği
bir söz gelecekte nasıl bir dünyada yaşayacağımızın sinyalini verdi: “Her şey
birbirine bağlanacak.”
İNSANLAR
ARASI VERİ TRANSFERİ ÇOK YAKIN
Hele
yeni geliştirdikleri teknolojileri tanıttıkları gösteri dudaklarımı uçuklattı.
Size sadece tek bir örnek vereyim; insan bedeni üzerinden veri transferi. Yani
bir elinizi bir bilgisayara, diğer elinizi başka bir bilgisayara veya bir
elektronik alete koyuyorsunuz, birindeki bilgi diğerine geçiyor. “Bu sayede
yeni tanıştığınız biri ile mesela el sıkıştığınızda sizin bilgileriniz doğrudan
onun cep telefonuna, onun bilgileri de sizin cep telefonunuza yüklenecek, kart
alışverişi tarihe karışacak” dedi tanıtımdan sorumlu görevli. “Veya bir
bilgisayara parmağınızın ucu ile dokunduğunuzda, bilgisayardaki istediğiniz
dosyayı üzerinizdeki herhangi bir elektronik alete yükleyebilirsiniz” diyerek sözlerine
devam etti.
Ericsson hatırası
EL
SIKIŞIRKEN BİLE KORKACAĞIZ
Daha
sonra benim üzerimde bir deneme yaptılar. Parmağımın ucu ile bir dizüstü
bilgisayara dokundum, diğer elimin işaret parmağının ucu ile de duvardaki
monitöre değdim. Ve hayretten kocaman açılmış gözlerimle, başka hiçbir tuşa
kimse dokunmadığı halde, bilgisayardaki resmin büyük bir hızla monitörde
belirmesini izledim. Tabii bizim gibi her gün yeni komplo teorilerinin
üretildiği bir ülkede yaşayanlar için bu teknoloji yepyeni bir stres kaynağı.
Biri ile el mi sıkıştınız, ‘acaba cebimdeki telefondaki bilgileri çaldı mı’
korkusu… Biri bilgisayarınıza mı dokundu,
‘acaba dosyalarımı kopyaladı mı’ gerginliği… Bu teknolojilerin biz Türklerin
de hayatını kolaylaştırdığına gel de inan.
Tabii
bu korkularımdan kimseye bahsetmedim. Ericcson yetkililerini İstanbul
teknoparkta yatırım yapmaya davet etmekle yetindim. Son derece olumlu
yaklaştılar. İlk adım sanırım içerik uyumlaştırmasının bir veya iki kademe
ilerisi olabilecek. Daha sonrasını da zaman gösterir zaten.
TEKNOPARK
İÇİN PRENSİPTE ANLAŞTIK
Stockholm’deki
ikinci ziyaretimiz SAAB’a oldu. SAAB’ın asıl ilgi alanı çoğumuzun zannettiği
gibi araba üretimi değil. SAAB 1941 yılında kurulmuş dev bir savunma şirketi.
Yüzde yüz kendi tasarımları olan savaş uçağı başta olmak üzere birçok savunma
teknolojisi geliştirmişler. 13 bin çalışanları ile yıllık 3.5 milyar dolar ciro
yapıyorlar. SAAB Türk Silahlı Kuvvetleri ile de yakın çalışma arzusunda, bu
yüzden bizi son derece sıcak karşıladılar. Türkiye’deki müdürlerinin de
katıldığı, en üst düzeyde bir görüşme gerçekleştirdik. Türkiye’yle üzerinde
çalıştıkları proje gerçekleşirse, bunun AR-GE ayağının bir kısmının mutlaka
Türkiye’de, mümkünse de İstanbul Teknopark’ta gerçekleşmesi üzerinde prensipte
mutabık kaldık.
SAAB'da toplantıda
İskandinavya notlarım bu kadar. Bu topraklara yolu
düşenlere tavsiyem mutlaka Stockholm’u görmeleri. Ülke olarak, hem
Finlandiya’nın hem İsveç’in coğrafyasının çok güzel olduğunu söylüyorlar, fakat
bunu gözlemleyebilecek kadar vaktimiz ne yazık ki olmadı. Her iki ülkede de,
ama özellikle İsveç’te iş adamlarımız için ciddi ticaret fırsatları var.
Türkiye’nin İsveç’ten önemli ölçüde yatırım çekebileceğini gördüm, fakat bunun
için biraz daha gayret göstermemiz gerekiyor. Kısaca, kuzeyin bu mütevazi
ülkeleri belki gözümüzden ırak, ama gönlümüzden ırak olmasın.
Bitti...