28 Kasım 2012 Çarşamba

Sadelik, Kasvet ve Tasarım; Helsinki




30 Ekim Salı günü İstanbul Ticaret Odası, Savunma Sanayi Müsteşarlığı ve İstanbul Teknopark yetkilileri olarak 10 kişilik bir heyetle Finlandiya'nın başkenti Helsinki'ye gittik. Finlandiya 5.4 milyon nüfuslu, yüzölçümü İtalya'nınkine yakın küçük bir ülke. Helsinki de yaşayan sayısı ise sadece 600 bin.  Burası böylesine küçük olmasına rağmen ARGE ve tasarım konularında çok gelişmiş. Zaten ziyaret amacımız da buradaki ARGE konusunda önemli şirketleri İstanbul Teknopark'a gelmeye ikna etmek ve ARGE altyapılarını inceleyip İstanbul'a neleri uygulayabileceğimizi görmek.

GÜLÜMSETEN DETAY: PARKE 

 Helsinki havaalanında dikkatimi ilk çeken etrafın ıssız denebilecek kadar tenha olmasıydı. Uçaktan indikten sonra pasaport polisine gidene kadar havaalanında sadece iki kişiye rastladık. Bana değişik gelen diğer bir nokta da yer döşemesi olarak birçok mekanda parke kullanılması. Finlandiya'nın yüzölçümünün yüzde 78’i kesintisiz orman ve ülke, dünyanın en önde gelen orman mamulleri ihracatçısı. Bunu biliyor olmama rağmen bu durum beni yine de gülümsetti. Hatta heyetimizde bulunan Savunma Sanayi Müsteşar Yardımcısı Sedat Güldoğan, "Başkan burası bizim evlerin salonlarına benziyor" dedi.

Helsinki Havalimanı


BAKAN’IN SELAMINI ALDIK

Helsinki ticaret müşavirimiz Alp İçen büyük bir nezaket göstererek havalimanına bizi karşılamaya gelmiş. Hoşgeldiniz der demez de bize Ekonomi Bakanımız Zafer Çağlayan'ın selamlarını iletti. Zafer Bey’in çok basit ama etkili olan bu sistemini ilk Paris'te görmüştüm. Her ülkedeki ticaret müşaviri, Türkiye'den gelecek heyetleri önceden Zafer Bey’e bildiriyor, böylece o da her ülkeye ticari olarak kimin gelip gittiğini bizzat takip edebiliyor ve gerekirse de mesaj yolluyor.


İKİ AYRI RESMİ DİL 


Havaalanındaki tüm yazılar üç dilde: Fince, İsveçce ve İngilizce. Nüfusun yüzde 5’i İsveç asıllı olduğundan resmi dillerin Fince ve İsveçce olduğunu öğrendim. Fince aynı Türkçe gibi Ural Altay dil gurubuna bağlı.


Havaalanında bizi karşılayan diğer bir konsolosluk görevlisi, ticaret müşavirliğinizden çalışan ve gayet güzel Türkçe konuşan Bangladeşli bir genç. Bu genç çocuk üniversiteyi İstanbul'da okumuş, Finlandiya'ya yüksek tahsile gelmiş. Şimdi de müşavirliğimizde çalışıyormuş. "Fince zor mu?" soruma, "Çok zor abi" diye cevap verdi ve ekledi: " Türkiye'ye geldikten altı ay sonra herkes ile çat pat anlaşıyordum burada buna imkan yok."


Fince "Danışma" nasıl yazılır?


PAHALI OLMAKTAN BAŞKA SEÇENEKLERİ YOK 


Helsinki'ye gelmeden Türkiye'de konuştuğum herkes bana Baltık ülkelerinin çok pahalı olduğunu söylemişti. Bunun doğru olup olmadığını ticaret müşavirimiz Alp Bey’e sordum. "Evet" dedi, "Ben daha evvel New York’ta görev yaptım, burası oradan bile iki misli pahalı." Sebebini de şu şekilde açıkladı: "Burası coğrafi olarak denizaşırı bir kuzey ülkesi, bu yüzden her şey ya gemi ya da uçak ile ithal edilmek zorunda. Bu da maliyetleri artırıyor. Diğer bir sebep de, Baltık ülkelerinin uyguladıkları sosyal politikalar. Devlet halka çok sosyal yardım yaptığı için mecburen yüksek oranda vergi almak zorunda kalıyor. Bu da her şeyin fiyatını artırıyor."


IŞIK GÖRMEYEN İNSANLAR MUTSUZ  


 Finlandiya kişi başına düşen milli gelir açısından dünyanın en zengin ülkelerinden biri. Geçtiğimiz senelerde yapılan bir araştırma Helsinki'yi en iyi yaşam şartlarına sahip şehirlerinden biri olarak belirledi. Aynı yıllarda yapılan başka bir araştırma ise, intihar oranı en yüksek toplum olarak Baltık toplumlarını işaret etti. Bu çelişkinin sebebini uzmanlar ‘güneş ışığı’ olarak açıklıyor. İnsanlarda mutluluğu sağlayan hormon, serotonin, ağırlıklı olarak güneş ışığı sayesinde salgılanıyor. Dolayısı ile güneşli iklimde yaşayan insanlar, güneş görmeyen topraklarda yaşayan insanlara nazaran çok daha mutlu oluyorlar. Finlandiya da kışın güneş kendini sadece günde üç dört saat gösteriyor, bu da haliyle insanları mutsuz ve depresif yapıyor.


Şehir meydanından bir görünüş

DOSTLUK KURMAK ÇOK ZOR 


 Sanırım bu durum insan ilişkilerine de yansımış. Buradaki tüm yabancıların söylediği, Finlilerin dostluk kurması son derece güç insanlar oldukları, ama bir kere dost olduktan sonra da son derece sağlam ve kalıcı ilişki kurdukları. Bu karakter özelliğini yaşam alışkanlıklarında da görmek mümkün; Finlandiya'da, özellikle güneyinde Turku bölgesinde, binlerce küçük adacık var. Orta ve kuzeyi de sık orman ve göllerle kaplı. Finliler ya bu adalara ya da ormanın içine, göl kıyısına, birbirinden kilometrelerce uzağa sayfiye evleri yapıp orada kalmayı çok seviyorlar. Alp Bey’in dediğine göre, bu evleri kiraya verir ya da satarken evi övmek ve değerini artırmak için, "25 km yakınında başka hiçbir ev yoktur!" gibi cümleler kullanıyorlarmış. 


BURASI MUTFAK KAPISI OLMASIN!

Otele gelir gelmez acele ile çantalarımızı odalara bıraktık ve ilk randevumuz olan Nokia şirketine doğru yola çıktık. Nokia’da bizi Türkiye'den de sorumlu olan müdür karşıladı. Nokia finansal zorluk ve yapılandırma içinde olsa da hâlâ bünyesinde yaklaşık 100 bin kişi çalıştıran dev bir şirket. Kuzey kültürüne uygun olarak tüm binada inanılmaz bir mütevazılık ve sadelik hakim. O kadar ki şirketin ana giriş kapısının hiçbir yerinde ne şirket adı ne de başka bir işaret vardı. O kadar sade ve sıradan bir girişti ki ben bir ara,  acaba bizi mutfak kapısından falan mı içeri alıyorlar diye düşündüm.

Nokia giriş kapısı


AYAKTA KALMA MÜCADELESİ VERİYOR


1865 yılında kurulan Nokia, orman ürünleri, lastik, kablo gibi birçok sektörde faaliyet göstermiş. 1990’lardan itibaren telekomünikasyon sektörüne yoğunlaşan şirket uyguladığı yenilikçi politikalar sayesinde kısa zamanda cep telefonunda dünya lideri oldu. Fakat ilerleyen zamanda yenilikçilik yarışında geri kaldı; satışları düştü ve mali sıkıntıyla karşilaştı. Bugünlerde yeniden yapılanma içinde olan firma küçülerek ve birtakım yeni ürünler piyasaya sürerek ayakta kalmaya çalışıyor.

1990 lardan günümüze Nokia cep telefonları


TASARIM BAŞKENTİNİN KASVETİ 


Nokia'dan çıktığımızda saat 16.30 civarında olmasına rağmen hava süratle kararmaya başlamıştı. Aracı kullanan şoförden bize Helsinki'de kısa bir tur attırmasını, ondan sonra da otele bırakmasını rica ettim. Şehir, 19 ve 20. yüzyıl başlarındaki Rus etkisi nedeniyle ağırlıklı mat renkli, kübik, çok fazla mimari özelliği olmayan binalardan oluşmuş. Bu yapılara koyu gri gökyüzünü, tenha sokakları ve insanın içini titreten soğuğu da ekleyince, ortaya cidden kasvetli bir atmosfer çıkıyor. Zaten şehirde görülecek topu topu birkaç sokak ile, birkaç mimari yapı var. Halbuki Helsinki ‘2012 Dünya Tasarım Başkenti’ seçildi. Demek ki ilk intiba ile acele karar vermemek lazım. Hiçbir gökdelenin olmadığı, sokaklarında hâlâ tramvayların yol aldığı bu şehirde mimari açıdan bu kasvetli duruşu günlük hayatta dahi varlığı hissedilen Rus etkisine verdim.

Rus etkisine bir örnek, Uspenski Ortodoks Katedrali


İDARE, İNANÇ VE BİLİM ÜÇLÜSÜ 


Finlandiya 19. yüzyıl başına kadar İsveç, daha sonra da 1917 Bolşevik ihtilaline kadar Rus hakimiyetinde kalmış. Ruslar gelir gelmez şehri imar etmeye başlamışlar. Helsinki Merkezi'ni oluşturmak üzere ilk inşa ettikleri binalar parlamento, katedral, üniversite ve kütüphane olmuş. Bu dört binanın bulunduğu meydandan geçerken, daha 19. yüzyılın başında bilgiye verilen bu önem karşısında saygı duydum. Demek ki boşuna büyük devlet olunmuyor. Ruslar şehirlerini idare (parlamento), inanç (katedral) ve bilim (üniversite ve kütüphane) üçlüsünün etrafına kurmuşlar. Osmanlı devrinde de bizler şehirleri cami, külliye (medrese, hamam, imarathane) ve pazarı merkez alarak kurarmışız. Ne yazık ki yeni geliştirilen mahallelerde bu yaklaşımı artık pek göstermiyoruz.

PROTESTAN KİLİSELERİNDE SADELİK HAKİM  


Finlilerin büyük kısmı (yüzde 65) Kuzey Avrupa halklarının birçoğu gibi Protestan. Bu mezhep Alman Martin Luther tarafından Katolik kilisenin özellikle Papa'nın baskısına ve günahların kilise tarafından para ile affedilmesine başkaldırı olarak 16. yüzyılın başlarında ortaya çıkartılmış. Temeli, Allah (cc) ile insanlar arasında hiçbir aracı olmaması fikrine dayanıyor. Bu yüzden Katolik kiliselerinin aksine Protestan kiliseleri son derece sade; resim ve heykel neredeyse hiç yok. Gerçi Hıristiyanlık hep sembollere dayanan bir din olduğundan Protestan kiliseleri de bu sembolizmden payına düşeni az da olsa almış. Katolik kiliseleri gibi Protestan kiliseleri de doğu-batı aksında inşa edilir. Kapı batı tarafında, mihrap ise doğu tarafındadır. Yani kiliseye girdiğinizde kapıdan mihraba doğru, karanlıktan (güneşin batışından), aydınlığa (güneşin doğuşuna) doğru bir yolculuğa başlarsınız.

Modern Protestan mimarisine bir örnek; Temppeliaukio Kilisesi


RENGEYİĞİ DENEMESİ 


Akşam yemeğini yerel yemekler ikram eden sade ama şık bir restoranda yedik. Merak edip rengeyiği eti istedim. Son derece yumuşak, koyu kırmızı renkli, tadı ciğere benzeyen bir et. Bir kez daha Anadolu yaylalarında yetiştirilen hayvanların lezzetlerinin dünyanın hiçbir yerinde bulunmadığına karar verdim.

ANGRY BIRDS’E DESTEK 


Çarşamba günkü program son derece yoğun geçti. Sabah hem Finladiya'da hem de başka ülkelerde teknopark işleten Technopolis firmasının yetkilileri ile görüştük ve iki ayrı teknoparkı gezdik. Son derece faydalı bir ziyaret oldu. Öğleden sonraki ziyaretimiz ise kâr amacı gütmeyen bir kamu kuruluşu olan Tekes'e oldu. Tekes yılda yaklaşık 600 milyon Euro’yu bağış veya faizsiz uzun vadeli kredi olarak yeni bir ürün veya teknoloji geliştirmek isteyen Fin şirketlerine dağıtan bir kuruluş. Angry Birds projesine bile ilk çıktığında onlar destek sağlamışlar. Bildiğiniz gibi Angry Birds Finli iki üniversite öğrencisi tarafından geliştirilen ve dünyada bir fenomen haline gelmiş olan basit ama çok eğlenceli bir bilgisayar oyunu. Tekes görüşmesinde ağırlıklı olarak işbirliği modellerini konuştuk.

Akşam yemeğini Finlandiya Büyükelçimiz Sayın Hüseyin Salah Korutürk ile beraber yedik. Kendisi altıncı cumhurbaşkanımız rahmetli Fahri Korutürk'ün oğlu. Sayın Büyükelçi’nin hoşsohbeti ve renkli anıları ile keyifli bir akşam yemeği oldu. Sabah erken İsveç'in başkenti Stockholm'e uçacağımızdan dolayı Sayın Korutürk'ten vakitlice izin isteyip otelimize döndük.


Sayın Korutürk ve heyetimiz